Pandemi Yazıları I: Pandemilerin Toplumsal Etkileri - Kültür ve Temel İhtiyaçların Rolü
Sıra Dışı Olayların İnsanlığın Geleceği Üzerindeki Etkileri
Belki de benim jenerasyonumdakilerin hatırlayabileceği “küresel ölçekte etki yaratabilecek” en sıra dışı olay (daha hatırlanabilecek birçok olayın dışında), 1991’de yaşanan Birinci Körfez Savaşı olmuştur. Çünkü bir film senaryosu dışında savaşı ilk defa televizyondan “naklen” seyrettik. Bu bir savaştı ve en son hatırladığımız İkinci Dünya Savaşı sosyal, politik ve ekonomik anlamda küresel ölçekte birçok etki yaratmıştı. O tarihte internetin ve sosyal medyanın olmadığı, TV yayınlarının bu kadar çeşitlenmediği düşünülürse, bölgede yaşananların TV ekranında “ilk defa canlı olarak” karşımıza gelmesi bizleri şoke etmişti. Günlerce TV karşısında bölgede yaşanılan dramı görmek hepimizi üzmüş ve korkutmuştu. Çünkü bu durum, benim jenerasyonun yaşadığı ilk savaş deneyimiydi. Merak edilen ise bu olayın Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatıp başlatmayacağıydı.
Bence bu jenerasyonun gördüğü en büyük ve geniş etkili olaylardan ikincisini ise şu andaki Pandemi Krizi ile yaşıyoruz. Bu sefer farkımız, sadece seyirci değil, aynı zamanda aktör olarak da olayın içinde yer alıyor olmamız. İletişim kanallarının çeşitliliği ve gücü ile dünyada olan biteni anlık olarak takip edebiliyor, canlı rakamlara ulaşabiliyoruz. Bugün ise merak edilen; bu durumun ne kadar devam edeceği, seyrinin nasıl olacağı, ardında nasıl bir hasar bırakacağı, ne zaman ve hangi oranda eski duruma dönülebileceği ve sonrasında nasıl bir yeni dünya düzeni olacağı. Bu soruların cevabı sağlık alanındaki gelişmelere, izlenen doğru politikalara ve tabii ki en önemli aktör olan bizlere bağlı. Dolayısıyla bu dönemde ve sonrasında tıp, siyaset, ekonomi, teknoloji ve toplum bilimlerine çok iş düşecek. Belki de bu bilim dalları, eskisinden daha çok birlikte çalışma ve işbirliği yapma olanağı bulacaklar.
Olaylardan Öğrenmek ve Risk Envanterini Güncellemek
Çok geriye gitmeden 20. Yüzyılla sınırlı kalırsak, bu yüzyılda hatırlanan en büyük olayları, ekonomik krizleri ve doğal afetleri dışarıda bırakırsak, yaşanan iki büyük dünya savaşı ve o savaşlarda yaşanan can kayıpları, ekonomik kayıplar ve dünya düzeninde yaşanan sosyal ve politik değişimlerle özetlemek mümkün. Savaşlar sonrasında dünya düzeninde ve sınırlarda büyük değişimler meydana geldi. Kısaca, dünya, sonrasında aynı dünya olmadı. Bu küresel bir etkiydi.
Savaşların yıkımları, acıları ve sonuçları toplumsal açıdan olukça etkilidir. Doğal afetler de bir o kadar etkilidir. Doğal afet deyince, yıkıcı etkisi oldukça yüksek olan 7 ve üzerindeki depremleri ve yer yer onlara eşlik eden yangın, toprak kayması ve tsunami gibi etkileri düşünelim. Ya da iklim değişiklikleri sonucu, aşırı yağışlarla birlikte oluşan seller ve taşkınlar. Bunların da yakın zamanda geniş çaplı yıkıcı etkilerini gördük.
Bu olayların hepsi hakkında daha önce insanlığın dağarcığında bilgi birikimi ve istatistikler vardı. Ancak, daha önce büyük, ölçüde etki yaratan bazı olayları ise hiç bilmiyorduk. Bir nükleer santral daha önce hiç patlamamıştı ve radyoaktif bulutlar Avrupa ve Asya’nın tepesinde daha önce hiç dolaşarak radyoaktif serpinti bırakmamıştı. İşte buna hazırlıksızdık. Çernobil Faciası (1986) bize bunu öğretti. Fukuşima Nükleer Santrali Kazası (2011) ise bildiklerimizi hatırlamamızı sağladı. Daha önce hiç yaşamadığımız (ya da yaşadığımız ancak hayatımızı derinden etkilemeyen) bir olay da Avrupa’nın kuzeyinde İzlanda’da Eyjafjallajökull Yanardağı’nın patlaması (2010) ve sonucunda Avrupa ile Amerika arasındaki uçuşların ve tedarik zincirinin kesilmesi. İşte bu da bir “Uç Olay”dı. Risk envanterimizde yoktu ve hazırlıksızdık. Artık yaşadık ve sonuçlarını bildiğimizden, risk envanterimize eklemiş olduk. İş sürekliliği ile ilgili planlarımızı ona göre düzenledik (1).
Aslında salgınlar konusunda da tecrübelerimiz vardı. Kara Veba’dan başlayan, İspanyol Gribi ile devam eden ve günümüze en yakın SARS, MERS, Ebola, Kuş Gribi, Domuz Gribi gibi birçok salgını yaşadık. Sadece İspanyol Gribinde birinci ve ikinci dünya savaşında ölenlerin toplamından çok daha fazla can kaybı yaşanmış ve ekonomik anlamda büyük etkiler meydana gelmiştir. Ufak bir örnek olarak, 30 yıl önce 125 ülkede endemik bir hastalık olarak karşımıza çıkan ve 350.000 vaka yaratan “Polio”da (Poliomyelitis — Çocuk Felci), küresel anlamda 20 milyar dolarlık bir harcama ile vaka sayısı %99,9 azalmış ve bu hastalık sadece Afganistan, Pakistan ve Nijerya’da bir endemik hastalık olarak kalmıştır (2). Ancak bu sefer de hazırlıklarımız eksik kaldı, ya da bu kadar büyüğünün olabileceğini tahmin edemedik.
Ülkelerin Sağlık Sisteminin Çöküşü: Küresel İşbirliği ve Dayanışmanın Önemi
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2020 yılında yayınlanan WEF Global Risks Report’ta, pandemileri 2007 ve 2008 yılında küresel riskler arasında etki açısından dört ve beşinci sıraya yerleştirmiştir. 2015 yılında “bulaşıcı hastalıklar” olarak ikinci sıraya yerleşmiş ancak daha sonra listenin ilk beş sırasında yer alamamıştır (2). İklim değişikliğinden kaynaklanan sıcaklık artışları ile sivrisinekler yoluyla bulaşan salgın hastalıklar ise günümüzde birçok ülkeyi etkilemeye devam etmektedir
Global Health Security Index (GHS Index), ülkelerin sağlık güvenliği kapasitelerini değerlendiren kapsamlı bir araştırmadır. 2019 yılında yapılan ve 195 ülkeyi kapsayan son araştırmaya göre, “hiçbir ülkenin epidemilere veya pandemilere karşı hazırlıklı olmadığı” ortaya çıktı. Dünya genelinde GHS Index puanının ortalama 100 üzerinden 40,2 olduğu; en gelişmiş ülkelerin ortalamasının bile 51,9 olduğu ortaya konmuş. Raporda sunulan 33 öneriden ilki “2021 yılına kadar biyolojik tehditlere karşı BM Genel Sekreterliğinin devlet başkanları düzeyinde katılımla yapacağı ve finansman ve acil durum planlamalarının tartışılacağı bir zirvenin düzenlenmesi”ydi (3). Maalesef COVID 19 pandemisi ondan önce geldi.
Bu durum aslında, böyle bir pandemiyle küresel ölçekte baş etme stratejisinin bulunmadığını da bize gösterdi. Büyük ekonomilerin bile bu konuda yeterli kaynak (finansal ve insan kaynağı) ayırmadığı ve gelecek için de bir yatırımda bulunmadığını görmek mümkün. Son yaşanan olaylar, bu ülkelerdeki sağlık sisteminin çöktüğünü de göstermekte. Kaldı ki pandemiler sadece tek bir ülkenin ortaya koyacağı çaba ve politikalarla sınırlı kalamaz. Günümüz şartlarında bulaşıcılık da küresel bir sorundur ve uluslarüstü politikaları, işbirliğini, dayanışmayı ve karar alma süreçlerini gerektirir.
Acil Durumlarda Karar Almak
Önümüzdeki birkaç haftada bireylerin ve hükümetlerin alacağı kararlar sadece sağlık sistemini değil; ekonomik, politik, sosyolojik, kültürel ve yaşam biçimi açısından geleceğimizi şekillendirecek. Hijyen kurallarına uymak, evde kalmak ve herkesin kendi karantinasını oluşturmak, bireysel olarak bulaşmayı engellemenin tek çözüm gibi görünüyor. Bu konuda gösterilecek özen ve disiplin, kesinlikle geleceğimizi etkileyecek ve bundan sonraki gelecek büyük ihtimalle önceki ile aynı olmayacak.
Acil durumlar karar alma süreçlerini değiştirmektedir. Normal zamanlarda üzerinde uzun uzun düşünülerek alınan kararlar, acil durumlarda bir gereklilik ve aciliyet oluştuğundan hızlıca ve sonraki etkileri pek detaylı düşünülmeye fırsat olmadan alınabilmektedir. Bu durum hem bireylerin hem de kurumların karar alma süreçleri için geçerli. Herşey bittikten sonra “yeni normal”de yaşamaya başladığımızda bizleri nelerin bekleyeceğini de düşünmemiz gerekmekte. Bu tarz durumlarda hiçbir şey yapmama kararının getireceği risk daha fazla olduğundan, henüz olgunlaşmamış, hatta daha önce hiç denenmemiş birçok şey hayatımıza girebilir. Normal zamanlarda yapmadığımız (tuvalet kağıdı stoklamak gibi), aklımızdan geçirmediğimiz konular (bankacıların evden çalışması, tüm eğitimin uzaktan verilmesi gibi) hakkında acil durum zamanlarında düşünüp hızlıca aksiyon almaktayız. Ancak bu kararların uzun vadeli sonuçlarını da değerlendirmemiz gerekmekte.
Bireysel ve Toplumsal Tepkileri Değerlendirmek: Kültürel ve Temel İhtiyaçların Rolü
Bireysel hijyenin sağlanması, ellerin sıkça yıkanması, evde oturarak ve sosyal mesafeyi koruyarak bulaşmanın önlenmeye çalışması COVID 19 için şimdilik bildiğimiz en etkili yöntemler. Ama bir de bu tür Pandemilerin yarattığı sosyal ve psikolojik etkiler bulunmakta (4).
Bu hafta (20 Nisan 2020 haftası), okulların kapatılarak uzaktan eğitime geçilmesinin ve iş yerlerinin evden çalışma sistemine geçerek insanların evden hayata katılmaya başladıklarının altıncı haftası. Önceleri evde oturmak, insanlara uzun zamandır evde yapmayı hayal ettikleri şeyleri yapma fırsatı verse de, süre uzayıp belirsizlik arttıkça ortaya çıkan tablo biraz ürkütücü olabilmekte. Çin’den gelen bazı haberler, bu kadar uzun süre evde birlikte yaşayan ailelerde boşanma oranlarının arttığını göstermekte. Bugün işyeri kapalı olduğundan işe gidemeyen birçok üst düzey yönetici, profesyonel olarak işlerini evden yaparken, aynı zamanda kendilerini daha önce hiç alışık olmadıkları ev işlerini (temizlik, yemek yapmak gibi) yaparken bulmakta. Bu da aile içinde farklı bir düzenin kurulması ve işbölümünün yeniden yapılması anlamına gelmekte.
İşin dışında hobilerimiz, evde kaldığımız günlerde psikolojik olarak kurtarıcı olarak imdada yetişmekte. Ya da, uzun süredir zamansızlıktan dolayı öğrenmeyi istediğimiz şeyleri online öğrenme fırsatını yakalamış olmak, bazılarını deneme şansını elde etmek (yemek yapmak oldukça popüler); uzun zamandır okuyamadığımız kitapları okumak, belgeselleri seyretmek gündelik rutinin bir parçası haline gelmeye başladı. Evde oturmanın yarattığı hareketsizlik de önemli sorunlardan biri. Bunu da düzenli daire içi yürüyüşler, apartman merdivenlerinin inilip çıkılması, kısa bahçe turları, bireysel egzersizler veya arkadaşlarla online birlikte yapılan egzersizlerle yenmeyi başardık. Dolayısıyla ruhsal ve bedensel olarak dirençliliği artırmak konusunda yaratıcı çözümleri üretmiş durumdayız.
Evde uzun süre birlikte kapalı olarak kalma ve dolaşma özgürlüğünün kısıtlanması duygusu insanlarda çoğu zaman psikolojik etkilerin yanında sosyal etkiler de yaratmakta. Hele bizim gibi sıcak kanlı, birlikte yaşamayı ve paylaşmayı seven kültürlerde durum daha da vahim olabilmekte. Kültürel olarak biraraya gelerek yaptığımız işleri unutmak (veya ertelemek) bizim gibi sıcak kültürler için kolay olmayacak. Tokalaşmak, sarılmak, bir kahve içerek sohbet etmek, dostlarla birlikte yemek yemek, maça gitmek ve daha niceleri. Yani sosyalleşme ihtiyacından doğal en temel alışkanlıklar.
Kültür her toplumun kendine has yaşayış biçimi olduğuna göre, aslında toplumsal ihtiyaçlarımızı nasıl giderdiğimizi de ortaya koyar. Her toplumun kültüründen kaynaklanan ihtiyaçları vardır. Birbirleri ile sıkı temasta bulunmayı, sosyalleşmeyi seven ve hayatı “bize bir şey olmaz” bakış açısı ile düşük bir risk algısı ile değerlendirerek salgınlarda uyulması gerekli sağlık kurallarını ve kamu sağlığını pek de önemsemeyen sıcak kanlı toplumlarda salgının yayılma hızının artması söz konudur. Salgında önemli olan bulaşma hızını kontrol edebilmektir. Bu açıdan alınan tedbirlere uyulması bulaşma riskini azaltma konusunda büyük bir önem taşımaktadır.
En Kötüsünü Düşünmek, Tedbiri Bırakmamak ve Geleceğe Umutla Bakmak
Peki ya bu yaşadığımız günler iyi günlerimiz ise… Yani herşeyin elektriğe bağlı olduğu bir dünyada, elektriğimizin olduğu (internet, iletişim ve ısıtma-soğutma sistemlerinin çalışması), doğalgazın kesilmediği (ısınma açısından) ve suyumuzun aktığı (bireysel hijyeni sağlamak açısından kişi başı su tüketimi ciddi şekilde arttı) bir yaşamdan bahsediyorum. Bunlar modern toplum için gündelik hayatın olmazsa olmaz altyapı bileşenleri. Daha önce yaşadığımız için, en basitinden İstanbul gibi bir metropolde suyun azaldığı/kesildiği senaryodan yola çıkarsak (küresel ısınma sonucu oluşan mevsimsel etkiler nedeniyle İstanbul bunu sıkça yaşamıştır) bireysel hijyen önemli bir sıkıntı yaratacaktır. Sadece evleri değil, hastaneleri de düşünmek gerekir.
Doğalgazın azalması veya kesilmesi ise olmayacak bir durum değil. Doğalgaz üretiminde dışa bağımlı olduğumuz düşünülürse, doğalgazı aldığımız ülkelerle aramızda yaşanabilecek politik bir kriz sonucu doğalgazda kesintilerin olması muhtemel. Havaların ısınmasıyla birlikte bu nispeten daha az önemli görülebilir. Ancak elektrik üreten santrallerimizin de büyük bir bölümünün 1990’lı yılların başından beri doğalgaz kombine çevrim santralleri (2020 itibariyle Türkiye’de kurulu gücün yaklaşık %27’si ile ikinci sırada) olduğunu da unutmamak gerekir. Havaların ısınmasıyla birlikte, sıcak günlerde evlerde durmanın vereceği rahatsızlığı ve klima ihtiyacını da düşünmek gerekecek.
Yine havaların ısınmasıyla birlikte birçok hastalığın taşıyıcısı olan sivrisineklerin ortaya çıkması ve yaratacağı taşıyıcılık etkisi ise COVID 19 için henüz net biçimde kanıtlanmamış olsa da insanı ürkütmekte. Bunlar olabilecek en kötü senaryolar. Gerçekleşme olasılıkları düşük olsa da önemli olan soru, bunlara ne kadar hazırlıklı olduğumuz. Dolayısıyla henüz en kötü senaryoyu yaşamadık. Umarım yaşamayız da.
Afet Sosyolojisi, Toplumsal Dirençlilik ve Toparlanma
Felaketlerle toplumsal değişim arasındaki ilişki afet sosyolojisi yazınında sıklıkla işlenmiştir. Ülkemizde meydana gelen deprem gibi doğal afetler sonrası yapılmış ve toplumsal dirençliliği (Resilience) değerlendiren birçok akademik çalışma bulunmakta. Resilience (Dirençlilik); UNDRR (UN Office for Disaster Risk Reduction) tarafından 2005 yılında düzenlenen World Conference on Disaster Reduction’da oluşturulan UN/ISDR (International Strategy for Disaster Reduction) “Hyogo Eylem Planı” sonuç raporunda, “Tehlikelere maruz kalmış bir sistemin, topluluğun veya toplumun, kendi temel yapılarını ve işlevlerini koruma ve onarma dahil, bir tehlikenin etkileri karşısında zamanında ve etkin bir şekilde direnme, soğurma, uyum geliştirme, eski hale dönüş ve iyileşme becerisi” olarak tanımlamaktadır (5). Burada önemli olan bu dirençliliğin yüksek tutulması, toplumun birbirine güvenerek etkili tedbirleri almaları ve sabırlı olmalarıdır. Kamu tarafında ise çok disiplinli bakış açıları ile kurulan ve “ortak akıl” oluşturmayı amaçlayan yapıların yaratacağı sinerji ile doğru kararların alınması sağlanacaktır.
Fırtına şüphesiz geçecektir, ancak bugün yaptığımız seçimler geleceğimizi derinden etkileyecek değişimlere de yol açabilecektir. Bugün yaşadığımız bu durum aslında bir ölçüde yurttaşlık sınavıdır. Önce kendimize, sonra başkalarına ve topluma olan saygımız; bilimsel gerçeklere olan inancımız, sosyal dayanışma ve işbirliği sayesinde bu zor şartların da altından kalkmak mümkün. Dolayısıyla, bugün içinde bulunduğumuz şartlar altında evimizin konforunda evde geçirdiğimiz günlerin kıymetini bilerek evde kalmaya, hayata evden katılmaya devam edelim.
#EvdeKalTürkiye
Referanslar:
(1) Yazıcı, S. (2013). İş Sürekliliği Yönetimi: Stratejik Bir Değerlendirme, İstanbul, Türkmen Yayınevi.
(2) World Economic Forum WEF (2020). The Global Risks Report.
(3) GHS Index (2019). Global Health Security Index: Building Collective Action and Accountability.
(4) Bu konuda Bknz:
Taylor, S. (2019). The Psychology of Pandemics: Preparing for the Next Global Outbreak of Infectious Disease.
Huremovic, D. (Ed.) (2019). Psychiatry of Pandemics: A Mental Health Response to Infection Outbreak.
(5) United Nations International Strategy for Disaster Reduction (ISDR) (2007). Hyogo Framework for Action 2005–2015: Building the Resilience of Nations and Communities to Disasters.